Bilirim; boş, beyaz bir sayfayı
doldurmanın zorluğunu…
İnsan işte, gırtlağına kadar dolar,
gözyaşlarıyla taşar da eline kalem verilince küçük bir çizik dahi çizemez. Ufak
tefek çizmeye başlayıp, bir araya getirmeye çalıştığım mürekkep lekelerini
anlayamazsan eğer…
O zaman yırt at elinde tuttuğun kağıdı;
üzme kendini.
Küçüklüğümden beri seslenirim sana;
bazen başıboş serseri bir kahkaha eşlik eder, bazen ağırbaşlı beyefendi bir
tebessüm yüzümde. Küfürler savurduğum da olur, kelebekleri kıskandıran zarif
cümlelerim de. Bilirsin işte… Bilirsin de bir cevap vermezsin.
Sen yine cevap verme istemezsen de ben
anlatıvereyim sana biriktirdiklerimi.
Bu aralar rüyalarımda yabancı insanlar
görmeye başladım. Sanki daha önce de duyduğum bir şeyler söyleyip ayrılıyorlar
hemen. Öyle alelade bir araya getirilmiş seslenişler sanma sakın. Ağır, çok
ağır kelimeler bırakıyorlar zihnimin içine pimini çekip…
Üç gün önce bir hanımefendi misafir oldu
rüyama, rüya diyorum ama insanın akıl sağlığını zorlayan bir gerçeklik algısı
içerisinde yaklaştı yanıma. Bana bakışını ve usta bir yazarın üzerine
sayfalarca yazabileceği o gülümsemesini bir görsen. Fısıldamak için yaklaştığı
kulaklarıma dudaklarının dokunduğu, sıcak bir nefes beklerken aksine içimi
ürperten o soğuk karbondioksitin kulak kıvrımlarımda bıraktığı hissi anlatamam
sana. Orasını geçelim… Verdiği nefesin içinde bana yolculuk eden kelimeler ise
şöyleydi:
“Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli
var. Bir sözün veya bir dokunuşun.” (*)
Kimsin, ne demek istiyorsun? Diyemeden
yok olup gitti.
Ne demek istiyor sence? Ya da bu rüyalar
ne anlama geliyor.
Korkuyorum biliyor musun? Sana yazmaktan
bile korkuyorum. Ağzımdan çıkıp buhar olan kelimeler, kâğıda emanet edip
ölümsüzleştirdiklerimden daha tehlikesiz gözüküyor. Birinin bedeli yokmuş da,
diğerinin ise büyük bir bedeli varmışcasına.
Dün gece de gözlüklü bir beyefendi
belirdi rüyamda. Elindeki camdan ilaç şişesini bana doğru uzatıp: ”İster
misin?” diye seslendi. Cevap vermemi beklemeden devam etti:
“Kaderin amansız oluşu değildir sorun;
çünkü insan bir şeyi inatla isterse onu elde eder. Korkunç olan, istediğimiz
şeyi elde ettikten sonra ondan bıkmamızdır. O zaman suçu kaderde değil, kendi
isteğimizde bulmalıyız.”(**)
Son hece ağzından çıkar çıkmaz, elinde
tuttuğu şişenin içindeki ilaçları ağzına doldurdu ve buharlaşıp kayboldu.
Neler oluyor, neler söylüyorlar bana her
gece?
Korkuyorum biliyor musun? Sana yazmaktan
bile korkuyorum. Ne zaman kendime ait düşünceleri besleyip, büyütüp kelimelere
dökmeye kalksam; bilinçaltımdan çıkıp gelen korku muhafızları tarafından
tutuklanmaktalar. Nasıl da alışmışım; özgür sandığım düşüncelerimin, aslında
yine kendi düşüncelerim tarafından tutsak edilişine.
Asıl ilginç ve sana bu satırları yazmama
neden olan olay ise bugün yaşandı. Öğle saatlerinde öğretmen bir arkadaşım
aradı. Sınıfından bir öğrencinin, rüyalarında tanımadığı kişiler gördüğünü, bu
kişilerin kendisine bir şeyler söyledikten sonra kaybolup gittiklerini
anlattığından bahsetti. Şaşkınlıkla dinlerken, asıl şaşkınlığı yaşamama neden
olan, öğrencinin rüyasında gördüğü kişilerden birinin söylediği cümleleri
aktardı:
“Yalnızlığın iki farklı türü var; biri
senin iraden dışında gerçekleşen, diğeri iradenin tercihi olarak. İkisi farklı
şeyler; birinde her insana kucak açarsın, diğerinde insandan kaçarsın. Biri
huzursuzluk, diğeri huzur vaat eder.’’
Bu satırlar bana ait!
Öğrencinin rüyasında gördüğü kişi
bendim.
Apar topar giyinip arkadaşımın görevli
olduğu okula gittim. Kapıda beni karşılayan güvenlik görevlisine: “Burada
arkadaşım görev yapıyor; Özkan Sarı. Nerede bulurum kendisini?’’ diye sordum.
Güvenlik görevlisi, başını anlam
veremediğim bir şekilde bana doğru uzattı ve: “Hocam! Özkan Sarı sizsiniz’’
dedi.
Kaçarcasına hızla oradan uzaklaştım.
Neler oluyor?
Korkuyorum biliyor musun? Sana yazmaktan
bile korkuyorum.
Rüyalarımda gördüğüm kişiler kim? Ben kimim?
Bu satırları yazdığım “Sen’’ kimsin?
Sen; Olric misin?
Yoksa Aphareka mı?
Say ki Olric, say ki Aphareka…
Küçüklüğümden beri seslenirim sana;
bazen başıboş serseri bir kahkaha eşlik eder, bazen ağırbaşlı beyefendi bir
tebessüm yüzümde. Küfürler savurduğum da olur, kelebekleri kıskandıran zarif
cümlelerim de. Bilirsin işte…
Bilirsin de bir cevap vermezsin.
Özkan SARI
(*) Sylvia Plath
(**) Cesare Pavese